h. nazan ışık—
31 May 2013—
Genellikle bir filmi görüp görmemeğe filmin tanımlamasına bakarak karar veririz, hele aynı anda görülebilecek birkaç film arasından seçiyorsak. Bazen seçimimiz iyi olur, bazan da yanlış karar veririz. Ben bu sene Tribeca Film Festivali’nde bu hatayı yaptım. Norveç, Almanya, Irak yapımı olan “Before Snowfall” (Før snøen faller)tanımında ilk cümle “aile onuru” ile ilgiliydi. Biraz daha okudum “anlaşmalı evlilik öncesi evden kaçan ablasını bulmakla görevlendirilen genç bir çocuğun……” de görünce ilk çağrışımım “honor killing” yani “namus cinayeti” ya da “töre cinayeti” oldu.
Bir toplantıda filmin yönetmeni Irak Kürtlerinden olup Norveç’e yerleşen Hisham Zaman ile tanıştım. Kendini ve filmini tanıttı, Ben: “Bir tane daha “töre cinayeti” ni konu alan bir film görmek istemiyorum” dedim. Hisham Zaman “ O belki filmin hareket noktası, ama kalbi değil” dedi.
Gittim gördüm, ve aldığım en iyi kararlardan biriydi filmi görmek. “Before Snowfall” festivaldeki en iyi filmlerden birisiydi.
Taher Abdullah Taher, Siyar rolünde “Before Snowfalls” filminde hududu geçmeye hazırlanırken
Film, yukardaki resimde görülen sahne ile Irak Kürdistanı’ndan Türkeye’ye hududu kaçak olarak bir petrol tankerinin içinde geçirilmek için hazırlanan 16 yaşındaki Siyar ile açılır. Kazasız, yakalanmadan geçerler. Siyar temizlenir, üstünü değiştirir ve yalnız olarak yürümeğe başlar. Issiz kırlık arazide yaşlı bir adam görür ve Kürtçe, İstanbul’a giden yolu sorar. Yaşlı adam aksanından Siyar’ın oralı Kürtlerden olmadığını anlar ve sorar; Siyar Iraklı Kürtlerden olduğunu ve Istanbul’a, kaçan kız kardeşini öldürmek için gittiğini söyler. Böylece filmin hareket noktası verilmiş olur seyirciye.
Filmdeki tek geriye dönüş sahnesi ile film daha da tanıtılır. Öğreniriz ki, Siyar’ın 18 yaşındaki ablası Nermin, kendi rızası olmaksızın köyun ağasının oğluyla evlendirilmek üzere iken, Türkiye’ye İstanbula kaçar kendi sevdiği erkekle. Babası ölmüş 16 yaşındaki Siyar evin erkeği olarak ailenin onurunu korumak için ya Nermin’i bulup geri getirecek, ya da orada öldürecek. İstese de istemese de köylüler tarafından verilen bu görev omuzlarında İstanbul’a kaçak olarak erişir. Ağanın her yerde tanıdığı vardır ve Siyar’ı devamlı yollandırmaktadırlar. Siyar İstanbul’da cüzdanını çalmak isteyen kendi yaşlarinda bir ayakkabı boyacısı (Suzan Ilır) ile sonra bir arkadaşlık geliştirir. Ve beraber uzun bir hayat yolculuğuna çıkarlar….
Aslnda bu yolculuk Siyar’ın çocukluktan çıkıp erkek olma yolundaki kendi yolculuğudur, ve Siyar, herkesin hayatını, geleceğini etkileyecek kararlar vermek eşiğindedir….
Foto: © h. nazan ışık
Yönetmen Hisham Zaman
h. nazan ışık: Filme ilk bakışta yol filmi gibi görülüyor. Irak-Kürtistan’dan başlayıp, Türkiye, Yunanistan, Almanya ve Norveç’e kadar uzanan filminiz en bakışta yol filmi gibi görünüyor. Ama onun dışında, töre/namus cinayeti, küçük bir köyden gelen 15 yaşındaki bir çocuğun evin erkeği olarak kararlar verme sorumluluğunun omuzlarına yüklenmesi, hududları kanun dışı geçme problemleri ve bu yolculuğu sırasında arkadaşlık, beraberlik, sevgi/sevmek gibi hisleri tanıması ve kendini bulması gibi çok katmanlı bir film. Sizin için en önemli konu hangisiydi? Bu filmi yapmak fikrinin kaynağı ne idi?
Hisham Zaman: Benim için hepsi önemli, sadece biri değil. Sanıyorum “töre/namus cinayeti” gazetecilerin en çok dikkatini çeken, ve konuşmak istedikleri konu; en çok sorular o konuya yönelik oluyor. Bu kurmaca bir film, belgesel bir film değil. Namus cinayeti Kürdistan’da mevcut, ama bizim insanlarımız buna karşı savaş veriyor. Köy halkı filmin konusunu biliyordu ve bu sorunu saklamak yerine gösterilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Bölgesel hükümet de gereken her türlü izni vererek yardımcı oldular. Üstelik namus cinayeti filmin hareket noktasıydı, ama kalbi değildi.
hnı: “namus cinayeti filmin hareket noktasıydı, ama kalbi değildi” dediniz. Filmin kalbinden bahseder misiniz?
H.Z.: Benim için filmin kalbi, küçük bir toplumda yaşayan bir çocuğun, birdenbire içine atıldığı durum nedeniyle erkek olma, ve köy liderlerinden, töre kurallarından etkilenmeden kendini bulma yolundaki yolculuğudur. Çocuk sınırları aşarak bir yerlere ulaşmaya çalışıyor, bu arada bir sürü engellerle, çıkmazlarla, ikilemlerle karşılaşıyor ve seçim yapmak durumunda kalıyor. Ve bu seçenekler o’nu erkek yapıyor, ama ne biçim bir erkek…..Bunun cevabını bulmak seyircilere kalıyor.
hnı: Oyuncularınızı nasıl seçiyorsunuz?
H.Z.: Ben gerçekci yaşam duygularını alabilmek için genellikle profesyonel olmayan oyuncularla çalışmayı seviyorum. Ilk önce, iki sene arayıştan sonra Diyarbakır, Türkiye’de bir Kürt çocuğu bulduk, provalar yapıldı, çocuk hazır filmi çekmeğe. Gayet iyiydi, ama çekimden beş gün önce o çocuğun doğru seçim olmadığına karar verdim. Değiştirmek istedim, tabii bu prodüksiyon ekibinde rahatsızlık yarattı. “24 saat verin bana, kendim gidip arayacağım” dedim. Bir Kürt yönetmen 7 çoçuk buldu bana . ama onlarda beni mutlu etmedi, bu arada gözüm orada çalısan bir çocuğa takıldı, birkaç resmini çektim, Taher Abdullah Taherçok utangaç, ama çok güçlü gözleri olan bir çocuktu. Böylece Siyar’ı buldum.
Taher Abdullah Taher Siyar rölünde
hnı: Çekimi en zor sahne hangisiydi?
H.Z.: Çekimi en zor sahne, açılış sahnesi idi; Taher Abdullah Taher’i sarıp sarmayalıp petrol tankının içine sokmak. Tabii petrol değildi içindeki, yenilebilecek şekerli bir şeydi.
hnı: Eğer siz gazeteci ya da seyirci olsaydınız ne sorardınız Hisham Zaman’a?
H.Z.: Ben görüntü yaratmak hakkında sorardım.. Bir görüntü nasıl yaratılır, bir görüntü yaratmak için yönetmenden beklenenler nelerdir, o görüntünün yarattığı duygu nasıl aktarılır, bu yaşam deneyimine dayanan bir duygu mu?…. Kısaca görüntüyle ilgili herşeyi sorardım.
hnı: Bu soruya sizin cevabınız ne olurdu? O imajı, o görüntüyü nasıl yaratırdınız?
H.Z.: Sanırım, sinema nasıl yaratılır hakkındaki bütün akademik, teorik bilgiler kafada, sahnenin nasıl olacağına, bütün detaylarıyla tam karar vermeden, büyük bir merak, ilgi ve açık olarak gitmek sahneye….,(biraz düşündü) sanırım bu saflık, içtenlik taşır içinde. Yani bu görüntü herşey bütün detaylarıyla planlamadan yaratılır.
hnı: Storyboard..?
H.Z.: Storyboard yapmıyorum, ama kameraların nerede olacağına, hangi açılarla çekileceğine, bir sahnede kaç tane çekim istediğime ilişkin birşeyler yazıyorum. Ama sete geldiğimde bunları her an değiştirebilirim tabii.
hnı: Daha önce yaptığınız kısa metrajlı filmleriniz “Bawke”, “Winterland” ve bu ilk uzun metrajlı filminizde karakterler hep Kürt mülteciler. Bu konuyu iyi biliyorsunuz. Filmde İstanbul sahneleri çok gerçek, ve demin benimli Türkçe konuştunuz. Bu konuda konuşur musunuz?
H.Z.: Ben kendim Irak Kürt asıllıyım. 9 yaşındayken ayrıldık ve birçok ülkeyi mülteci olarak dolaştıktan sonra 16-17 yaşındayken ailemle beraber Norveç’e geldik. Bu arada 10 ayda Türkiye’de yaşadım ve Türkçe’yi orada öğrendim, ve arkadaşlarım vardı yazıştık onlarla. İstanbul sahnelerine gelince, ben kendim İstanbul’da mülteci olarak yaşadım ve o semtlere giriş olanağım vardı.
Hisham Zaman “Bawke” 2005, ile kendini sinema dünyasına kabul ettirdi ve ulusal ve uluslararası festivallerde çok sayıda ödül kazandı. Bu sene TFF’de de en en iyi sinematografi ödülü filmin görüntü yönetmeni Marius Matzow Gulbrandsen’e verildi.
Kısaca; Hisham Zaman konularını çok iyi bilen, akıcı anlatım dili olan, amatör oyuncularından en yüksek başarıyı alabilen, filmin konusunun ve karakterlerinin duygularını, hissettiklerini seyirciye getiren, çok parlak bir geleceği olan genç yönetmenlerden biri. Ve filmi “Before Snowfall” sadece festival süresince değil, yıllar sonra hala akılda kalabilecek, festivalin en duygulu en güçlü birkaç filminden biri.
© NKENdiKEN.com
© h. nazan ışık
http://www.turkishny.com/authors/124252-h-nazan-ik/124252-h-nazan-ik#.UgRyTFPlWVy