KINO! 2014: Alman-Türk Film Yönetmeni İlker Çatak’la Sohbet

h. nazan ışık—

3 Temmuz, 2014—

İlker Çatak “Where We Are/ Wo Wır Sınd” filmiyle KINO! 2014 (Festival of German Films) Alman Filmleri Festivali’nin New York’a tanıttığı bir yönetmen: Filmi Almanya’nın en önemli kısa film ödüllerini almanın yanısıra, Student Academy Award 2014, (Ögrenci Oscarı)‘nda da finale kalmıştı.

https://www.nkendiken.com/2014/06/13/kino-2014-new-films-from-germany-in-new-york-june-12-19/

İlker Çatak ile ilk önce zamanlarımız uyuşmadığı için e-posta ile röportaj yapmayı planladık ve sorularımı yolladım. Ama cevabın spontane, hazırlıksız olmasını istediğim bir kaç sorum olduğu gibi resmini çekmek ve tanışmak da istedim. Ve Mercan Dede konserinde buluşmaya karar verdik.

Tanıştığım, söyleşi yaptığım en sıcak, en açık, en esprili insanlardan biri. Mizah anlayışı, dolu tebessümü, canlılığı ve gülen gözleri bana ilk kez benim çektiğim resmini kullanmak yerine kendi çektiği kendi resmini (selfie/özçekim) kullanma fikrini verdi.

ilker 2

© İlker Çatak

İlker Çatak ve özçekimi

h. nazan ışık: Önce kendinizden bahseder misiniz?

Ne zaman film yönetmeni olmaya karar verdiniz?

İlker Çatak: Film yönetmeni olmaya yirmili yaşlarda karar verdim. Gerçek bir karar da olmadı aslında. O dönem çok sinemaya giderdim ve bir çok kez izlediğim filmlerin daha iyi olabileceğini düşünürdüm. Fotoğraf çekiyordum o dönem. Film yapmaya hobi olarak basladım ve bir girdabın içinde buluverdim kendimi.

hnı: “Where We Are”nun konusunu söylermisiniz?

İÇ: Bir aşk/sevgi hikayesi. Problemli bir annenin elinden geldiğince kızı ile beraber bir yaşam kurmak için vermiş oldugu çaba.

hnı: Neden bu filmi yaptınız? Neden bu konuyu seçtiniz? Konu gerçek hikayeye mi dayanıyor?

İÇ: Bu filmi üniversite çercevesinde yaptım. Yazarım Georg Lippert ile ikinci filmimiz. Gerçek hayattan esinlenerek yazdığı bir hikaye oldu. Onun arkadaş çevresinde buna yakın bir olay gerçekleşmis. Bu filmi yapmak istedim çünkü çeliskili karakterleri seviyorum. İnsanoğlu herdaim olayları doğru/yanlış, siyah/beyaz kategorilerine sokmaya çalışır. Bense herzaman bir gri tonunun oldugunu savunurum. Bu filmi o yüzden yaptım.

hnı: Eroin bağımlısı anne ile dokuz yaşındaki kızı filmin iki karakteri ve bir sahnede kızı gayet ustaca sigara sarar….

İÇ: Eroin bağımlısı ailelerin çocuklarının rolü çok önemli oluyor, büyük sorumluluk taşıyorlar ve aynı zamanda da birçok şeyi görüyorlar. Mesela benim bir arkadaşımın arkadaşı, kendisi ressam, çocukları o’na arada sırada zevk olduğu için sigara sarıyorlar. Elleri boyalı oluyor, kendisi sarmıyor, uğraşmıyor , çocuklara sardırıyor. Hani öyle aileler var, Biz çocuğun sigarayı sarabilmesi ile burada bir geçmiş var demek istiyoruz. Filmde de çocuk annesini bulamıyor ve ilk baktığı yer tuvaletler oluyor. Yani kız annesini daha öncede bu tarz tuvaletlerde bulmuş, Yani o sahne ile bir geçmiş anlatılıyor esasında.

hnı: Kime erismek istediniz ve ne mesaj vermek istediniz?

İÇ: Mesaj vermekten ziyade, soru sormayı tercih ediyorum. Çünkü mesaj vermenin herzaman biraz da pedagojik bir yanı var. Sanki ben senden birşeyleri daha iyi biliyormuşum ve bunları sana empoze ediyormuşum gibi hissederim. Erişmek istediğim özel bir kitle yoktur. İnsanlara dokunabiliyorsam, ve kısa bir süreliğine hayatlarındaki dertleri unutturuyorsam ne mutlu bana.

hnı: Bu filmi kaç günde çektiniz, kaç kamera kullandınız?

İÇ: 3 ay hazırladık. 5 günde çektik. 3 kamera kullandık. Red, Canon 7D ve Octocopter Kamerası.

hnı:Daha önce yaptığınız filmlerin çoğunu Johannes Duncker ile beraber yönettiniz . “Where We Are, “Old School” ve “Ayda” yalnız yaptığınız birkaç film. Neden yalnız yapmaya başladınız?

İ.Ç.Film yapmak yolculuk yapmaya çok benzer. Bazen yanlız seyahat edersiniz, bazen dostlar ile. Johannes ve ben İstanbul Alman Lisesinden beri tanışırız. Beraber okula gittik ve çok samimi bir arkadaslığımız var. Ancak o Köln’de, bense Berlin ve Hamburg’ta yaşıyorum. Hala beraber yürüttüğümüz projeler olsa da, yeni yol arkadaşları keşfetmek herzaman heyecanlıdır. Misal: Ayda filmini eşim ile beraber yaptım. Ve unutulmaz bir deneyim oldu, çünkü onun bir ressam gözü ile getirmiş oldugu katkı daha önce düşünemediğim perspektifler açtı.

ilker 1

© İlker Çatak

İlker Çatak’ın kamerasından Ilker Çatak ve eşi, ressam Ayda Arbatlı

hnı: “Ayda” filmine eşiniz Ayda Arbatlı’nın katkısı ne idi?

İÇ: Ayda’nın “Ayda” filmine olan katkısı çok… hem senaryosunu beraber yazdık, hem baş rolü oynadı, hemde filmdeki onca çizim ile ugraştı kızcağız.. bayağı emeği var anlayacağınız. Sürreel bir iş oldu.. siyah beyaz.. hala çok insan tarafından en yaratıcı filmim diye kompliman alırım.. ama şimdi yapsam muhakkak daha kısa montajlarım.

hnı: Kaç dakika bu film?

İÇ: 27 dakika.

hnı: Kısa metraj film ne demek? 1-5 dakikalık film mi? Yoksa 5-10, 5-20 , 5-30 dakikalık film mi? Ne kadar olmalı uzunluğu sizce?

İÇ: Bir hikayenin nekadar süreye ihtiyacı var ise o kadar olmalı bence. Almanya’da festivaller kısa filmi 25 dakikaya kadar tanımlıyorlar.

hnı: Filmin temposu ne kadar önemli? Neden?

İÇ: Çok önemli. Bir müzik konserine gittiğiniz zaman ritmi şaşıran bir müzisyen size o eseri burnunuzdan getirebilir. Film için de aynısı geçerlidir – tempo ve onun variyasyonlari filmin rengini belirler.

DSCF4587 BW copy ilker Catak 2

© h. nazan ışık

İlker Çatak

hnı:İki kişi yönetirken çekimlere nasıl karar veriyorsuuz?

İÇ:İki kişi yönetmek için kesinlikle çok iyi tanımak lazım birbirini. Egonun tamamen dışarıda kalması gerekir. Ondan sonrası yapıcı bir fikir alış verisidir. Bir oyun gibidir. Keyif almak önemlidir işinde. Keyif ise sevdiğin insanlar ile ortaya çıkar. Birisi işinin henüz piri olmasada, kafa dengi olması benim için daha önemlidir. Çünkü film çok kişisel bir medyum. O yüzden etrafıma sevdigim insanları toplarım ve herkesin fikrine açık olurum. Yönetmen olarak patron olsan da, kibir herzaman körleştirir seni, aklını bulandırır ve samimiyetinden götürür. Samimiyet ise işin en önemli noktasıdır.

hnı: Dijital mi, film mi? Hangisini tercih edersiniz? Neden?

İÇ: Filmin nostaljik bir yanı vardır. Ve iyi bir eğitimdir. Çünkü kamerayı sadece ve sadece emin olduğun zaman çalıştırırsın. Her metresi para demek çünkü. Ben iki kez film ile çalısmış olsam da, artık kolay kolay film kullanmam. Dijital teknolojinin hiç bir eksiği olmadığı gibi, sana verdigi özgürlükler değişilmez. Daha hızlıdır. Daha ucuzdur. Bu demek değilki noktasallığından ödün ver. Ama film ile calismis olmamin disiplinini digital ortamda da uygularsan, cok verimli çalısabilirsin.

hnı: Seyirciden gelen hangi soruyu en cok sevdiniz?  Hangisini sevmediniz?  Neden?

İÇ:Produksiyon ile ilgili soruları pek sevmem. Para konuşmak, teknik sorular filan.. bunlardan ziyade konu ve içerik konuşmayı severim. Mesela bir seyirci filmin sonunun benim icin pozitif mi yoksa negatif mi oldugunu sordu. Bu güzel bir soru çünkü orda ulaşmaya çalıştığım gri tonun yakalandığını fark ediyorum ve bunun üzerinden bir fikir alış verişi oluşabiliyor.

hnı: Etkilendiginiz yönetmenler kimler (Turk ve yabancı)?

İÇ: Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu.

Paul Thomas Anderson. Gus Van Sant. Woody Allen.

hnı: Evde yemek verseniz hangi yönetmenlerii, oyuncuları, yani kısacası kimleri davet ederdiniz?

İÇ: Yukardakileri, ve Janice Joplin, Demet Akbağ, Gülse Birsel, Fatih Akın, Lumiere Kardeşler, ve Yılmaz Güney’i isterdim soframda.

hnı: Yorulduğunuz zaman ne yaparak dinleniyorsun?

İÇ:Gitar çalarım kafam dolu oldugu zaman. Ara sıra parlatmayı severim. Ailem ile vakit gecirmek bana herzaman güç vermistir…

hnı;Yolda uçakta eve gönerken, buradaki tüm tecrübenizi kendiniz için, içtenlikle bir paragrafla yazmak isteseniz, ne yazardınız?

NEDEN?

İÇ: New York çok canlı ve köklü bir kent. İnsanların hangi ırkdan olduğu önemli olmayan bir yer. Enerjik. Kültür ve sanatın kıymetli olduğu hissediliyor. Ancak parklarda sigara ve alkol yasak, ülkeye giriş yaparken kendini çok ciddiye alan bir hal ile karşı karşıyasın, bir çok yerde polisi ensende hissediyorsun, bukadar özgürlüğü ile övünen bir yer olsa da “Self-irony” eksikligi var sanki. Avrupa’da yaşıyor olduğum için mutluyum.

hnı: Gelecek projeniz ne?

İÇ: Istanbul’da mastr programımı bitirmek üzere son bir kısa film çekiyorum. Biz Almanyada yaşıyoruz. ve üniversitem de Almanyada. Ancak mastr projemi bitirmem için son bir film çekmem gerekiyor. O nu da istanbul’da çekiyorum. Film hakkında şimdilik fazla birşey söylemek istemiyorum çünkü nazara inanan insanlardanım. Ancak Benjamin Franklin’in bir cümlesi var, konumuzu güzel bir şekilde özetliyor. ‘Güven uğruna özgürlüklerinden vazgeçenler, en son ikisini de kaybedecektir’

hnı: Bütce sorununun dışında, neden kısa film yapmayı tercih ediyorsunuz?

İÇ: Cünkü kısa film iyi bir eğitimdir. Kısa bir sürede derdini anlatmak zorundasın. Tabii ki bir noktadan sonra uzun metraj da olsa, hiç fena olmaz. Kısa film ile hayatını idame ettiremiyorsun.

Uzun metraj konusunda şu anda bir kaç alternatifim var önümüzdeki sene için. Onları burada konuşmak istemem, dediğim gibi işleri önce çıkartmak, sonra hakkında konuşmayı tercih ediyorum. Ama gelecek için endişelenmiyorum. Hayat o kadar hikaye zengini bir şeyki, herzaman hertürlü anlatılması gereken hikayeler beni buluyor.

hnı : Siz gazeteci olsaydınız, ne sorardınız İlker Çatak’a, ve cevabınız ne olurdu?

İÇ: Aman Tanrım, İlker’e ne sorardım! Kendimi o kadar ilginç bulamıyorum ne yazık ki!. Bir saniye bunu biraz düşünmem gerekiyor…(Yere baktı, parmaklarını saçlarının içinde dolaştırdı) Herhalde gençlere ne demek istessin derdim, kendim de çok yaşlı olduğum için (ve güldü kendisi de). Film yapmak isteyen gençlere ne öğüt vermek isterdin diye sorardim?

Cevap: “Korkmayın, yola çıkın. Kameranızı alın elinize, insanları falan dinlemeyin, kendinize güvenle yola çıkın. Yapın. Tapımadn geçiyor. Sokaklarda hayat, evde değil, Masa başında, bilgisayar başında da değil. Yola çıkın!” derdim herhalde.

DSCF4576 copy Ilker catak bW

© h. nazan ışık

hnı: Hertürlü imkanınız var diyelim, mekan, zaman, para hiç önemli değil, istediğiniz her oyuncu ile film yapabilirsiniz. Kimlerle calışmak isterdiniz, kimlere rol vermek isterdiniz?

İÇ: Demet Akbağ, Serge Gainsbourg, Marilyn Monroe, Catherine Deneuve. ( Biraz havaya bakti, gülümsedi, sanki gözünün önünde bir sahne varmış gibi, gözlerini kapatti, gene saçını karıştırdı ve güldü) Yok yok, geçin onları. Charlotte Rampling. Kesinlikle Charlotte Rampling ve Haluk Bilginer’i bir filme koymak isterdim, onların arasında bir aşk hikayesi olsun isterdim.

Güldü gene dolu dolu.

Bu arada Mercan Dede’nin konseride bitti ve herkes dağılmaya başladı. Bizde sohbetimizi kestik.

© NKENdiKEN.com

© h. nazan ışık