h. nazan ışık—
5 March 2015—
Bu küçük festivalin adı “Rendez-Vous with French Cinema/ Fransız sineması ile randevu”, ama en yeni fransız filmlerini görmek ve yönetmenlerini tanımak için hiç randevu almanıza gerek yok: 6-15 Mart arasında yer alan Festival onları sizlere getiriyor zaten. The Film Society of Lincoln Center ve Unifrance tarafından düzenlenen ve 20. yılını kutlayan seri bu yıl Benoît Jacquot’un filmi “3 Hearts / 3 Cœurs” ile açılıyor. Filmi yönetmen Benoît Jacquot ve oyucu Charlotte Gainsbourg tanıtacak.
Film Society of Lincoln Center
Seriyi açan Jacquot’un filmi “3 Hearts” dan bir sahnede (soldan sağa) Chiara Mastroianni, Catherine Deneuve ve Charlotte Gainsbourg.
Festivali açan filmde ne önemli? Konu mu, oyuncular mı? Bu yıllardır cevap bulmaya çalıştığım ber soru. “3 Hearts” adındanda anlaşılacağı gibi aşk-üçgeni konusunu işleyen bir film: taşrada yaşayan iki kız kardeşin (Charlotte Gainsbourg ve Chiara Mastroianni) aynı adama (Benoît Poelvoorde) aşık olmalarını ve onun getirdiği problemleri (pek inandırmadan) konu alan bir film. Yani yeni bir konu değil. Ama kızların annesi Catherine Deneuve (Chiara Mastroianni’nin gerçek hayatta da annesi), kızkardeşlerde Charlotte Gainsbourg ve Chiara Mastroianni olunca film festival açan bir film oluyor. Catherine Deneuve Rendez-Vous with French Cinema serisinin açan bir anahtar gibi: 2011 festivali gene o’nun oynadığı François Ozon’un filmi “Potiche” ile ve 2014 seriside Emmanuelle Bercot’nun filmi “On My Way /Elle s’en va” ile açılmıştı. Her iki açılışıda Catherine Deneuve ve filmlerin yönetmenleri sunmuştu.
Catherine Deneuve bu yıl kesinlikle birbirinden çok farklı karakteri çanlandıran iki filmde daha oynadı. Pierre Salvadore’nin “In the Court Yard / Dans La Cour” gayet akıcı, komik, dokunaklı filminde Mathilde’nin (Deneuve) kocası Serge (Féodor Atkine) ile sahibi oldukları bir apartman bınasına hiç bir tecrübesi olmaksızın kapıcı olarak işe alınan müzizyen Antoine (Gustave Karvern) arasında oluştan içten arkadaşlığı ele alır.
André Téchiné’nin “In the Name of My Daughter / L’Homme qu’on aimait trop” gerçek olaya dayanan filminde ise kaybolan kızının katilinin cezalandırılmasına çalışan anneyi oynar.
Foto: Cohen Media Group
Catherine Deneuve (Renée Le Roux) ve Guillaume Canet (Maurice Agnelet) rolünde André Téchiné’nin “In the Name of My Daughter” filminde.
1970 lerin ikinci yarısı. Nice’de bir gazinonun sahibi olan Renée Le Roux (Catherine Deneuve)’nun yeni bosanmış kızı Agnès (Adèle Haenel) Afrika’dan annesinin yanına döner. Annesinin, gazinonun yönetimini eline geçirmek isteyen avukatı Maurice Agnelet (Guillaume Canet)’e aşık olur. Maurice gazinonun yönetimini elde edemez. Bu arada gazinoyu ele geçirmek isteyen Mafia lideri Fratoni ile ilişkiye girer. Maurice, Fratoni’nin Agnès’in hissesini satın alarak annesine karşı oy vermesi isteğini gerçekleştirir. Agnès ve Maurice ortak hesab açarlar. Ve birgün Agnès ortadan karbolur ve cesedi hiçbir yerde bulunmaz. Gerçek hikayeye dayanan film çok hızlı tempoyla çekilmiş. Alışılan Mafia filmlerinden uzak, tehditler simbolik olarak verilmiş. Herşeyi kaybeden Renée bu işde Maurice’in parmağı olduğuna inanarak o’nun yargılanmasını ister. Filmin başında genç olarak gördüğümüz Deneuve ve Canet 30 yıl süren olayla filmin sonunda yaşlanmış olarak görünür.
Bu sene Catherine Deneuve’ün dışında dört oyuncu daha var birden fazla filmde oynayan: Guillaume Canet (Cedric Anger’nin “Next Time I’ll Aim for the Heart / La Prochaine fois je viserai le cœur”), Adèle Haenel (Thomas Cailley’in “Love at First Fight / Les Combattants”), Olivier Gourmet (Stéphane Demoustier’nin “40-love / Terre battue” ve Frédérik Tellier’nin “SK1 / L’Affaire SK1”) ve Céline Sallette (Cédric Kahn’ın “Wild Life / Vie sauvage” ve Cédric Jimenez’in “The Connection / La French”
Film Society of Lincoln center
Seri katil/ jandarna rölündeki Guillaume Canet, Cedric Anger’nin “Next Time I’ll Aim for the Heart” filminde.
Cedric Anger’nin “Next Time I’ll Aim for the Heart / La Prochaine fois je viserai le cœur”) gerçek hayattaki olaya dayanan bir film daha. Gene 1970’lerin ikinci yarısı, bu kez seri kaatil bir jandarma. Jandarma Franck (Guillaume Canet’nin oynadığı gerçek kaatil Alain Lamare’in adı filmde Franck olarak değiştirilmiş) halkı koruma görevinin dışında, genç kızları öldürmekle de meşgul. Filmde ilk kurban geç saatte mopedinde evine giden biri olur. Franck kızı görür ve arkadan mopede çarpar. Gördüğümüz tek şey arabasının camına sıçrayan kan olur. Kız yolun eteğinde yaralı yatmaktadır. Franck tabancasını çıkarır, fakat arkadan yaklasan başka araba görünce yoluna devam eder. Ondan sonraki kurbanları yoldan aldığı otostopcular olur. Gerekirse “ben kısa yol biliyorum” diyerek onları ıssız yerlere götürür, ateş eder ve arabadan atar. Her seferinde sonradan eve gidip kendini cezalandırır, ya kamişla kendini kırbaçlar, ya buzla dolu küvete yatar.
Polis ve jandarma soruşturmaya başlar, kaatili arayanlar arasında Franck de vardır.
Filmde bir taraftan komik diyebileceğimiz iki sahne var: Kızlardan biri ölmemiş, yaralı olarak hastanede. Franck ve başka jandarma kızla konusmaya ve katil hakkında bilgi almaya gelirler. Franck kızın gözüne bakarak “adam yaşlı mı, genç mi? vb sorular sorar. Kızın suratında ‘soru işareti’ gibi bir ifade vardır. Franck kızın elini tutarak “yakalayacağız.” der.
Öbür sahne: Alınan bilgilere göre kaatilin resmi çizilerek bütün jandarma ve polise verilir ve etrafta evleri dolaşıp görüp görmediklerine dair bilgi almaları istenir. Franck çalışma arkadaşı ile beraber, kendisine çok benzeyen resim elinde, evleri dolaşır. Herkes resme dikkatle bakar ve Franck’e “Hayır, görmedim, tanımıyorum” der.
İlgililer ellerindeki bilgilere göre kaatilin kendi aralarından biri olabileceğini tartışmaya başlarlar ve Franck’in şansı azalmaya başlar….
Canet’in inandırıcı oyunu ve yönetmen Anger’in akıçı anlatımı ile film seyircinin ilgisini baştan sona ayakta tutar.
Seride gene gerçek hayattan alınan ve gene seri kaatili konu alan bir film daha var: Frédérik Tellier’nin yönettiği “SK1 / L’Affaire SK1”)..
Film Society of Lincoln Center
(Soldan sağa) detektif rolünde Raphaël Personnaz (Franck Magne, takma adı Charlie) ve Olivier Gourmet (Bougon)
Tarih, 2001 ve sahne, mahkeme salonu. Guy George 1991 ile 2001 arasında iğfal edilen, işkence edilen ve öldürülen 7 genç kadının katili olarak yargılanmakta ve kimsenin almadığı davayı kabul eden avukat Frédérique Pons (Nathalie Baye ) sanığı savunmaktadır. Salonda dinleyiciler arasında sanığın yakalanmasında katkısı büyük olan genç detektif Franck Magne, takma adı Charlie (Raphaël Personnaz) olayı dikkatle izlemektedir.
Film zaman içinde devamlı geri-ileri, geri-ileri gidilerek anlatılmış.
Cinayetler arasındaki boşluklar nedeniyle polis öldürülmeleri hep birbirinden ilişkisiz olaylar olarak görmüş. Takii genç detektif Charlie kurbanlardaki yaraların, iğfalin, öldürme şekillerinin arasındaki benzerliği farkedip bunların aynı insan tarafından işlendiğini üst rütbelilere kabul ettirene kadar. Şimdi yakalamak için ellerinde bir seri kaatil vardır.
Polisin şansına, kaatilin sanssızlığına kızlardan biri ölmez ve polise hatırladığı kadar kaatili tarif eder. Kaatil yakalanır.
Film katilin yakalanmasınin yanısıra başka konularıda işler: Avukat Frédérique Pons Guy George’nun suçlu yada suçsuz olmasının ötesinde “şeytan, canavar” a inanmadığını ve “herkesin insan” olduğuna inandığını belirterek sanığın neden öyle davrandığının sebeblerini dile getirir savunmasında….
Festivalde birden fazla filmde oynayan diğer aktör Olivier Gourmet bu kez Stéphane Demoustier’nin “40-love / Terre battue” filminde çeşitli problemlerle uğrasan bir babayı canlandırıyor.
The Film Society of Film Society
Charles Mérienne, solda, ve Olivier Gourmet “40-Love filminde.
Büyük mağazadaki yönetmenlik işini kaybeden Jérôme (Olivier Gourmet) kendi dükkanını açmak isteği içindedir. Para bulmak, yer bulmak , yeni bir iş yaratmak çabası içinde iken karısının (Valeria Bruni Tedeschi) kendinden uzaklaştığını farketmez. Tenis oyuncusu olmayı amaçlayan 11 yaşındaki oğulları Ugo (Charles Mérienne)’nun tek istediği yerel elemeleri geçerek Paris’te profesyonellik yolundaki eğitime katılabilmek. Iyi oyuncu olan Ugo’nun yolunda tek engel kendisinden daha iyi oynayan bir oyuncudur. Bu arada annesi kendilerini terketmiş ve babası kendi işini kurmak için para ve mekan bulma uğraşı içinde oğluna gereken zamanı ve disiplini veremeyince Ugo kendi geleceğini kendi ellerine almaya karar verir. Önündeki tel engeli yenmek için (aklınca) gerekeni yapar. Ama bu başka promlemler yaratır.
Stéphane Demoustier bu kompleks, katmanlı konuyu, aile–problemini, baba-oğul arasındaki ilişkiyi, ve karakter gelişimini çok iyi işlemiş.
Jean-Charles Hue’nun filmi “Eat Your Bones/Mange tes morts” aile-ilişkisi, aile-birliği ve aileyi korumak için “en- iyi bildiğini yöntemiæ uygulamak gibi konuları çok iyi işleyen bir başka film.
Unifrance
“Eat Your Bones” filminden bir sahne.
Vaftiz töreni yaklasan 18 yaşındaki Jason (Jason François) treyler da yasayan büyük bir ailenin parçasıdır. Yarı ağabeyi Fred (Fred Doker) 15 yıllık hapis cezasından sonra onlara katılır. Vaftiz töreninden bir gece önce Fred’in özgürlüğünü kutlamak için Fred, ortanca kardeşi Mickael (Mickaël Dauber), kuzeni Moïse (Moïse Dorkel) ve Jason yola çıkarlar. Kardeşler Fred’e sürpriz olarak o’nu çok sevdiği eski arabasına –ki saklamışlar ve tamir ettirmişler- götürürler. Herkes mutlu. Fred 15 yıl önce hatırladığı bara gitmek ister. Asi ruhlu Mickael: “ Biz bakır dolu kamyonu soymayı planladık, sen bara gitmek istiyorsun” der. Fred barı aramaya devam eder, ama 15 yıl içinde heryer, herşey değişmiş. Bulamazlar barı.
Bu yolculuk sırasında başları gene belaya girer ve Fred ailenin en büyüğü olarak kardeşlerini en-iyi bildiği yolda korur…
Jean-Charles Hue ve Salvatore Vista’nın yazdığı film çok cüretli, aynı zamanda da çok ince, dokunaklı, yürekli bir film.
Bu sene festivalin programında dikkatı çeken, bahsedilmesi gereken çok film var. Mélanie Laurent’ın “Breathe” , Thomas Lilti’nin “Hippocrates”, Cédric Jimenez’in “The Connection / La French”, Sophie Letourneur’ün “Gaby Baby Doll” bunlara örnek.
.