h. nazan ışık—
17 March 2015—
18 -29 Mart arasında yer alan Film Society of Lincoln Center (FSLC) ve Museum of Modern Art (MoMA)’nın ortak düzenlediği New Directors / New Films festivalinde bu yıl 26 uzun metrajlı ve 16 kısa metrajlı film var. Türkiye’den hiç film yok bu sene.
Filmlerin hepsini görmedim, ama gördüklerimin içinden 4 film var beni etkileyen.
Ukraynalı Senarist/yönetman Myroslav Slaboshpytskiy ilk uzun metrajlı filmi The Tribe ile festivalde gördüğüm en iddialı, en cüretkar filmi yapmış.
Foto: Drafthouse Films
Sergey (Grigoriy Fesenko) ve aşık olduğu kız öğrenci/fahişe Myroslav Slaboshpytskiy’in The Tribe filmden bir sahnede
132 dakikalık filmde hiç sesli konuşma yok, neden mi? Çunkü bütün oyuncular sağır ve dilsiz ve sadece işaret diliyle konuşuyorlar. Iyi hoş!.
Filmin ilk birkaç dakikasında seyircilerden “Ses. Ses” diye ikazlar geliyor. Sonra işaret dilini farkedince sesde bir hata olmadığı kabul ediliyor. Bu kez bir sessizlik kapsıyor ortalığı ve alt yazı bekleniyor sanıyorum. Oda gelmeyince bir kıpırdama başlıyor sinema salonunda. Sonrada herşeyi kabul edip filmi anlamağa çalışılıyorlar.
Film bir çocuğun ki adının Sergey (Grigoriy Fesenko) olduğunu filmin sonunda öğreniriz yatılı dilsiz ve sağırlar okuluna gelmesiyle başlar. Ne okulda, ne yatakhanede okul yetkililerinin kontrolünden çok kabadayılar çetesinin kontrolü vardır. Sergey, çete tarafından ezilmemek için çeteye katılır ve kendini onların hırsızlık ve en önemlisi iki kız öğrenciyi orospu olarak satmak gibi ışlemlerine katılır. Ve kızlardan birine aşık olur. Kız sadece kamyon şoförleriyle, pezevenklik yapan çete elemanlarının gözetimi altında seks yapmağa alışıktır, ve Sergey ile aşk yapmak değişiktir onun için. Film yönünü değiştirir ve yeni sürprizlere ev olur.
Oyuncuların başarılı, güçlü katkısı The Tribe‘ı festivalin en hatırlanacak filmi yapmış benim için.
Goodnight Mommy (Ich Seh Ich She) Avusturya’lı Yazar/yönetmenler Severin Fiala ve Veronika Franz’ın korku-gerilim filmi.
Foto: Radius-TWC
Aynı yumurta ikizleri Lucas ve Elias Goodnight Mommy’de
Senaryo gayet olağan görülür ilk başta. Şehir dışında kırsal bir yerde, çok modern ve güzel bir evin bahçesinde, tek yumurta ikizleri Lucas ve Elias (gerçek hayatta da tek yumurta ikizleri Lucas ve Elias Schwarz tarafından oynanmış) oynamaktadırlar. Anneleri bütün yüzü sargılar içinde büyük bir estetik ameliyattan döner. Işığın rahatsız ettiğini söyleyerek bütün pencereleri kapatır ve çocuklarada açmamalarını söyler. Tek sorun anneninn tavrı değişmiştir. Soğuktur. Bu arada ikizlerden Lucas sadece Elias ile konuşmaktadır, Annesine söylenmesi gereken şeyleri bile sadece Elias’a söyler ve Elias anneye aktarır. Çocuklar televizyon kişisi olan annelerinin davranışlarından ötürü kadının başkası olduğundan şüphelenirler. Ve uyguladıkları yavaş yavaş şiddeti artan işkence ile gerçeği söylemesi için zorlarlar kadını…
Tabii işler bu kadarla bitmiyor. Hem senaryo, hem filmin çekimi ve kurgusu birçok açık kapı bırakıyor: Neden Lucas sadece ikizine konuşuyor, kim gerçek kim değil, kararları vereninn asıl amacı ne, anne neden bu kadar büyük bir ameliyat oldu, neden bu kadar soğuk, geçmişte neler oldu, ve hatta film nasıl bitti? gibi.
Belgesel film yapımcı Stevan Riley’nin Listen to Me Marlon ünlü aktörü kendi sesiyle tanıtan bir biyografi filmi.
Foto: Passion pictures
Filmden bir sahne
Listen to Me Marlon. Filmin adı bu, “Listen to me Marlon”. Hemen dikkati çeken bir başlık. Ünlü aktöt Marlon Brando kimi dinleyecekdi? Kim çok iyi tanınan oyuncuya “ Dinle beni Marlon” diyecekdi?
Filmin Ingiliz yapımcı/yönetmen/ kurgucu/senarist Stevan Riley’in filmi olduğunu öğrenince merakım daha da arttı. Kendisiyle 2006 yılında Tribeca Film Festivali’n de tanışmıştım ve filmi “Blue blood” çok değişik bir belgeseldi. Emindim Listen to Me Marlon da alışılmış biyografi filmlerinden değişik olacakdı. Ve haklıydım. Marlon Brando’ya “Dinle beni Marlon” diyen Marlon Brando’nun kendisiydi.
Stevan Riley FSLC’de ki soru-cevap sırasında Marlon Brando’nun kendini anlatmasını nasıl sağladığını “Brando teknolojiyi seviyordu, ve bütün iş görüşmelerini teype kayıt etmişti” dedi. Bütün Brando arşivini dinleme, kullanma hakkı verildiğini ve 300 ‘den fazla bu teypleri kullandığını söyledi. “Ve kızının intiharından sonra, meditasyon amacıyla, kendini analiz etmek amacıyla kendi kendine hipnoz teypleri de vardı” diye devam etti. Riley ayrıca insan hakları, Oscar ödülü, oğlu Christian, kızı Cheyenne le ilgili haberleri kapsayan haber arşivlerini, röportajları kullandığını söyledi. Film ayrıca cocukluk resimleri, filmlerden klipleride gösterir ve aktörlüğü öğrenişini, daha sonra oyunculuk hakkında düşüncelerini Marlon’un kendi sesinden verir. Dediğim gibi alışılmış biyografi belgeselinden çok değişik bir film.
Belki 2016 Oscar ödüllerinde görürüz bu filmi.
Christmas, Again Charles Poekel’den belgesel hissini veren kurmaca bir film.
New Directors/New Films Timeline photos
Noel (Kentucker Audley) Charles Poekel’in Christmas, Again filminde.
Film Brooklyn, New York’da Christmas döneminde ağaç satıcısı Noel ((Kentucker Audley)’in hikayesi. Kendisi geceleri çalışır, gündüzleride iki yardımcısı gelince kaldırımın yanına park ettıği ve tatil dönemde evi olarak kullandığı minibüsünde uyur. O’nun hakkında çok şey bilmiyoruz, yalnız minibüsün bir rafinda bir kız resmi var. bitmiş galiba ilişkileri.
Ağaçlar kaldırımın iki yanına sarılı olarak sıralanmış, kenarda ağacın dallarını kesecek testere, ve satılan ağacı saracak bir alet var. Müşteriler geliyor, gidiyor, kimisi kararlı, kimisi kararsız. Sorular çok benzer: “Şu tip agaç var mı?” Noel gösterir ağacı, “Bu ne?” müşteri başka ağacı işaret eder. Noel cevaplar. “Boyu iyiye benziyor”der müşteri sesinde soru isaretiyle. Noel acar ağacı. Müşteri “Çok geniş. Şunu göreyim” Noel onuda açar….ve bu devam eder. Her müsteri başka bir soruyla ve başka bir tavırla gelir, gider. Noel gününe biraz değişiklik getiren bir kızla tanışır. Sonrada o’nun kıskanç erkek arkadaşı ile…
Müşteriler gibi günler de gelir geçer, ağaçlar satılır ve sezon biter…
Bu film bana kurmacadan çok belgesel hissini verdi. Bu sahneyi çok iyi tanıyorum. Benim evden iki sokak ötede aynı sahneyi her sene görüyorum. Ağaçlar yol boyunca duvara dizilmiş, dalları kesecek bir aletle agaçları saracak bir makina kenara konmuş, kaldırımın yanında bir minibus parketmiş, heryer işıklarla süslenmiş ve yumusak bir müziğin duyulduğu bir sokak bu. 1-24 Aralık arası 24/7 açık renkli-hareketli bir sokak. 25 Aralık’ta sanki birisi sihirli çubuğuyla dokunmuş gibi herşey ortadan kaybolmuş.
Charles Poekel o kadar iyi yazmış /yönetmiş ki ilk filmini, akla gelen şey ya çok iyi araştırdı ya da kendisi yaşadı o sahneyi.
© h. nazan ışık